Neden Kraliçe’yi çok seviyorduk?
Bu hafta Londra’da Kraliçe II. Elizabeth’e saygılarını sunmak için kilometrelerce uzayan kuyruklarda dizilmiş İngilizleri görünce aklıma, bir buçuk sene önce, Washington’da Senato binasını basıp seçim sonuçlarının açıklanmasını engellemeye çalışan Amerikalı güruh geldi. İngiltere, muhtemelen dünyanın en köklü monarşisi. ABD ise dünyanın en eski anayasal demokrasisi. Acaba monarşi mi daha iyi toplumsal sonuçlar üreten bir rejim, yoksa cumhuriyet mi? Demokrasilerin, toplumsal kutuplaşmayla, hızla bölünmeye başladığı çağımızda İngiliz kraliçesini bu kadar birleştirici yapan neydi?
Kuşkusuz Kraliçe’nin ölümüne sevinenler de oldu. Sosyal medya çığırtkanlığında önde giden bu grubun iki ana gerekçesi var. Birincisi, Kraliçe’nin 25 sene önce ölen gelini Prenses Diana ile bir türlü yıldızının barışamaması. İkincisi, İngiltere’nin, Kraliçe’nin şahsında vücut bulan sömürgeci geçmişi. İlk konuya uzmanlık alanım olmadığı için girmeyeceğim. İngiltere’nin sömürgeci geçmişini değerlendirmek gerekirse eski sömürgelerden 14 ülkede Kraliçe’nin bu saate kadar devlet başkanı pozisyonunu muhafaza ettiğini hatırlatmak isterim. Bunlardan Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi bazıları ırk ve kültür olarak İngiltere’ye yakın ülkeler. Ancak Jamaika gibi bazılarındaysa durum tam tersi. 1956’ya kadar Pakistan’ın devlet başkanı da Kraliçe’ydi. İngiltere şu an bu durumu topla tüfekle dayatmadığına göre eski kolonilerin, kendilerini İngiltere’nin bir parçası olarak hissetmelerinin bir nedeni olmalı.
Daron Acemoğlu’nun 2001’de yayınlanan meşhur araştırmasına göre sömürgeci ülkelerin arkalarında bıraktıkları kurumlar, post kolonyal süreçte, ülkelerin kalkınmasında belirleyici olmuş. Sömürgeciler, iklim ve tarihsel koşullar itibariyle daha çok yerleşebildikleri yerlerde daha sağlam kurumlar oluşturmuşlar. Görünen o ki İngilizlerin bıraktıkları kurumlar, Fransızların veya İspanyolların bıraktıklarından daha güçlüymüş.
Peki İngilizlerin Kraliçe sevgisinin kaynağı ne? Geçen sene 25 Kasım’da yazdığım gibi artık Londra’da nüfusun çoğunluğu “İngiliz-beyaz” kategorisinde değil. 20. yüzyılda Londra, eski İngiliz İmparatorluğu’nun adeta bir mikro kozmosu haline geldi. Buna Thatcher döneminde finansal serbestleşme sonrası Londra’yı ev belleyen zengin Arap ve Rusları, bir de Avrupa Birliği döneminde gelen özellikle Doğu Avrupalı göçmenleri ekleyelim. Dünyanın finans ve hizmetler merkezi olan Londra, bir yandan zenginleşip daha da pahalı hale gelirken ülkedeki siyasi dengeler de hızla dönüştü. İngiltere’nin kalanında imalat sanayiinin düşüşe geçmesi ile halk fakirleşti. En sonunda Londralı globallerle taşralı yereller karşı karşıya geldi ve 2016’daki referandumda İngiltere Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı kaldı. Bu arada, 2014’teki referandumda, “İngiltere’den ayrılırsanız Avrupa Birliği’nden de ayrılırsınız” diye akılları çelinen İskoçlar yedikleri kazıkla kaldı. Yine de İskoçlar, bir gün İngiltere’den ayrılsalar dahi Kraliyeti muhafaza etmeyi düşünüyor. Demek ki Kraliçe, ekonomik eşitsizlik ve kimlik çatışması içinde kutuplaşmış ve farklı dünyalara savrulmuş tebaasının gözünde süreklilik ve birlikteliği temsil ediyormuş.
Kraliçe olmanın ne kadar zor olduğunu hatırlatarak bitirelim. Düşünün, her hafta Başbakanınız ve Dışişleri Bakanınızla görüşüp ülke sorunları hakkında kafa yoracaksınız. Ama her vatandaşın her konuda tweet atıp fikrini açıklama hakkı varken, sizin politik fikirlerinizi açıklamanız teamül gereği yasak olacak. İşte Kraliçe’nin böyle hassas bir rolü vardı. Yine de kritik anlarda, mesela İskoçya’nın ayrılık referandumunda kilise önünde “karşılaştığı” İskoçlara “referandumda oy vermeden önce iyice düşünmelerini” öğütleyerek, topluma yön vermeyi başarmıştı. Kraliçe, sosyal medyada bağırıp çağırma ve nefret kusma çağında, sükûnetin ve düşünerek hareket etmenin sembolüydü. O, herkesin bir şeyler başarıp, bir şeyler söyleyip, kendini ispat etmeye çalıştığı çağımızda, hiçbir şey yapmadan sadece Kraliçe olarak birleştirici olmayı başardı. O yüzden Kraliçe’yi sonsuzluğa yüz binler uğurladı.
Bu yazı ilk olarak 23 Eylül 2022 tarihinde Dünya Gazetesi’nde yayımlanmıştır.